
Bir şirkette herkes çalışıyor gibi görünür, ama gerçekte işi yürüten, sistemi taşıyan bir çekirdek kadro vardır.
O çekirdek, o yüzde yirmilik grup…
Şirketin beyni, kalbi ve kasıdır.
Danışmanlık tecrübemle söyleyebilirim:
Her firmada, toplam çalışanların yaklaşık yüzde yirmisi işin yüzde seksenini omuzlar.
Bu insanlar işi sahiplenirler, sorumluluk alırlar, çözüm üretirler, kriz anında bile soğukkanlı kalırlar.
Bazen patronun bile göremediği detayları fark eder, onun bile düşünmediği sorumlulukları üstlenirler.
Kısacası, şirketin “görünmeyen kahramanlarıdırlar.”
O Yüzde Yirmi Kimdir?
Bu çekirdek kadro, genellikle unvanla değil, tutumla tanımlanır.
Onlar, kartvizitte ne yazarsa yazsın, işi sahiplenen kişilerdir.
Sadece görev tanımlarını yerine getirmezler; “işin ruhunu” da taşırlar.
Bir makine mühendisi düşünün, üretimdeki sorunu fark eder, kimse demeden sürece müdahale eder.
Bir müşteri temsilcisi düşünün, müşterinin sorununu çözmek için mesai saati gözetmez.
Bir depo çalışanı düşünün, mal çıkışında hata olmasın diye kendi sistemini kurar.
Bunlar, şirkete gönül vermiş insanlardır.
Yönetici olmasalar da, lider gibidirler.
Yöneticiden emir beklemezler; harekete geçerler.
Ve en önemlisi: şirketi kendi işleri gibi görürler.
Bu İnsanlar Gitmesin!
İyi bir yönetici, bu insanların kıymetini bilir.
Kötü bir yönetici ise, onları fark etmeden kaybeder.
Şirketler bazen büyük bütçelerini reklam kampanyalarına, yeni ekipmanlara veya dış danışmanlara ayırır ama asıl yatırımını içerideki bu yüzde yirmiye yapmaz.
Oysa onların kaybı, bazen bir fabrikanın durması, bir müşteri ağının kopması, bir kurumsal hafızanın silinmesi demektir.
O insanlar gittiklerinde, bir “bilgi kaybı” değil, bir “ruh kaybı” yaşanır.
Yeni biri gelir, aynı işi yapar gibi görünür ama o sahiplenme, o detaycılık, o sorumluluk duygusu bir daha kolay kolay geri gelmez.
“Aile Şirketiyiz” Söylemi Artık Yetmiyor
Uzun yıllar önce, iş dünyasında “Biz bir aileyiz.” söylemi etkiliydi.
Çünkü insanlar sadakati bir değer olarak görür, aynı yerde uzun yıllar çalışmayı bir onur meselesi bilirdi.
Ama artık öyle değil.
Yeni jenerasyon için “aile” değil, adalet, saygı, gelişim ve anlam önemlidir.
Bir çalışan, “aile gibiyiz” dendiğinde değil, emeği gerçekten takdir edildiğinde bağ kurar.
Bir çalışan, “bizim insanımız” dendiğinde değil, fikri gerçekten dinlendiğinde şirkete sahip çıkar.
Yani artık kimse soyut aidiyetlerle kalmıyor.
Çalışan diyor ki:
“Beni adil değerlendiriyor musun?”
“Beni geliştiriyor musun?”
“Emeklerimin karşılığını veriyor musun?”
“Benim katkımın farkında mısın?”
Eğer bu soruların cevabı “hayır”sa, o kişi artık kalmaz.
Ne kadar “biz aileyiz” denilirse denilsin.
Yeni Nesil Sadakat: Değer Verilen Kalır
Sadakat artık duygusal değil, rasyonel bir kavram.
Bir çalışan kalıyorsa, bunun nedeni duygusal bağlılık değil, karşılıklı faydadır.
“Ben bu şirkette öğreniyorum, gelişiyorum, değer görüyorum.” diyorsa kalır.
Aksi hâlde, bir LinkedIn mesajıyla başka bir fırsata geçer.
Yani şirketlerin, bu çekirdek kadroyu ellerinde tutmak için yeni bir denge kurmaları gerekiyor:
- Adaletli ücret politikası
- Açık iletişim
- Gerçek takdir kültürü
- Gelişim fırsatları
- Güvenli ve saygılı bir çalışma ortamı
Bu beş unsur varsa, bir çalışan kolay kolay gitmez.
Şirketin Kalbi Olanlara Sahip Çıkın
Bir şirketin gücü, markasından ya da logosundan değil,
o sabah erkenden gelip “Bugün de bu işi düzgün yapalım.” diyen insanlardan gelir.
O yüzde yirmilik çekirdek kadro,
sistemin sessiz motorudur.
Onları kaybederseniz, sistem yürümeye devam edebilir ama ruhsuz bir şekilde.
Şirketlerin bugünkü en büyük sınavı,
yeni insanları bulmak değil,
değerli insanları kaybetmemek.
O yüzden aklınızda tutun:
Her firmanın gerçek sermayesi, bilançosunda değil, o %20’nin yüreğindedir.