Bugün emekliliğini yaşayan kuşağın temsil ettiği bir memur veya bir kamu ya da büyük ölçekli işletmelerde çalışmış bir özel sektör işçisi tek maaşla birkaç çocuk okutmuş, bir ev , bir araba hatta bir yazlık sahibi olmayı ve kenara üç beş kuruş koymayı da başarmış olabilir. Ama günümüzde en iyisinden bir beyaz yakanın tek başına bir aile geçindirmesi, bunu yaparken çocuklarını okutması, bir de üzerine artık büyük şehirlerde milyonları bulan ev fiyatları üzerinden bir ev sahibi olması ve en uygunu yüzbinlerce lira eden mütevazi bir araba sahibi olması mümkün görünmüyor. Ev ve araba fiyatlarındaki artışın yanında ücretlerin satınalma gücünün düşmesinin de bunda etkili olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu durum hem sosyal hem de ekonomik bir problem. Bu işin sosyal veçhesini henüz tecrübe etmedik çünkü Z kuşağı olarak adlandırılan bu sınıf henüz iş hayatında ve toplumsal çoğunluğu oluşturmadılar. Yaşları ilerledikçe bu ekonomik belirsizliğin ve güçsüzlüğün onları ne tür çıkış stratejileri oluşturmaya iteceğini göreceğiz. Evlenme oranları düşecek, çocuk tercihi azalacak, konut ve yaşam tercihleri gittikçe minimize olacak gibi görünüyor. Ekonomik hayatta ise bu kuşağın etkisini görmekteyiz. IK ‘cıların bilimsel bir fenomenden ya da metafizik bir olaydan bahsedermişçesine süslü sözlerle övgüler düzdükleri iş beğenmeyen, bağlılığı olmayan, çabuk sıkılan, kendilerine önem veren, teknoloji düşkünü Z kuşağının bu özellikleri aslında onların ekonomik açmazlarından kaynaklanıyor.
Z kuşağı aslında tam bir prekarya kuşağı. Bu kuşak iş beğenmiyor çünkü kendilerine önerilen ücretlerin hayatlarının bir kısmında vazgeçmeye değmeyeceğini düşünüyor. Bunun nedeni yaptıkları o iş karşılığında bilgi ve tecrübelerinde kümülatif bir ilerleme, onları örneğin 5 sene sonra ekonomik açıdan daha avantajlı bir noktaya taşıyacak ilerleme olmayacak (hizmet sektöründeki işlerin büyük çoğunluğunda) Siz bir işe 5 yıl emek verdikten sonra işe yeni başlayan biri sizin seviyenize 1 yılda gelebiliyorsa, o işe harcadığınız zamanın ücret dışında bir karşılığı yok demektir.
İlaveten yoğun ve disiplinli çalışma temposu da bir süre sonra kişiyi tükenme noktasına sürükleyebiliyor. Z kuşağı geleceğe değil bugüne odaklanıyor çünkü elde ettikleri kazanç mevcut ekonomik koşullarda bir gelecek düşünmelerine olanak tanımıyor. Yani 700 000 TL lik bir arabaya ulaşmak için birikim yapmaktansa 15 000 TL lik bir telefon almak ve şimdiyi yaşamak çok daha gerçekçi onlara göre. Ayrıca gelecek parlak ve güvenli değilse mümkün olduğu kadar anın tadını çıkarmak psikolojik bir strateji olarak beliriyor bu kuşakta. Gelecek anlamlı olmayınca Z kuşağında şirket bağlılığı da olmuyor. Artık eskisi gibi bir şirkette emek veririm beni görürler ve ileride terfi ederim inancı kalmadı. Günü kurtarmaya odaklı yaşamlar kendilerine geleceği satmaya çalışan şirketlere inanmıyor, onlara bağlılığın bir anlamı olduğunu düşünmüyor. Biz bir aileyiz söylemleri sıkışınca ilk fırsatta işçileri kapının önüne koyan şirketler yüzünden inandırıcılığını yitirdi. Çünkü kimse aile üyelerini sıkışınca kapının önüne koymaz. Z kuşağı çabuk sıkılıyor, aslında bu sürekli olarak daha iyi ve rahat ekonomik koşullar aramalarının ve bunun için yeterince alternatifleri olmalarının bir sonucu. Yeni kuşak biraz daha fazla ücrete iş değiştirebiliyor. İş yeri bağlılığı olmadığından ve kurduğu sosyal ilişkiler süreksiz olduğundan bu onlar için zor değil. Bu kuşağın kendilerini aşırı önemsemelerine gelince açıkçası kendilerinden başka önemseyecekleri bir şey yok. Piyasadaki birçok iş bir kariyer olanağı sunmuyor, günü kurtarmak dışında ekonomik bir gelecek vadetmiyor, şirketler artık büyük aileler, kapsayıcı kurumsal yuvalar değil, kimsenin önünü göremediği bir dönemde bir şirkete, onun sık değişen yönetimine ve onların anlamını yitirmiş vaatlerine inanmak mantıklı değil. Sosyal bağlar da gevşemiş olunca bireyler kendilerinden başka güvenilir bir liman bulamıyor ve başka hiçbir şeyi önemsemeye biliyor. Bu kuşak şirketlere inanmadığı gibi politik kimliklere, sendikal hareketlere de inanmıyor. İdeolojilerin hatta inançların aşırı yıpranmışlığı ve çelişkili dünyevi pratikleri daha iyi bir gelecek vadeden tüm bu sosyo-politik önermelerin onun için anlamsızlaşmasının başlıca nedeni.