Türkiye, Haziran ayı sonunda  resmi olarak tespit edilen % 71,6’lık yıllık enflasyona rağmen asgari ücreti artırmayacak. Ülkedeki durdurulamayan enflasyonun büyük ölçüde asgari ücret tarafından tetiklendiği düşünülüyor. Görünen gerekçe bu. Türk-İş verilerine göre Haziran ayı sonunda Ankara’da yaşayan 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 18.978,77 TL olarak tespit edilmiş durumda. Türkiye’de ücretlilerin resmi olarak % 50’ye yakınının asgari ücretle çalıştığını düşünürsek çalışan sınıflarda tansiyonun yükselmekte olduğunu bilmek için kahin olmaya gerek yok.

Firmaların bir kısmı Temmuz ayında çalışanlarına %10-%20 oranında zam yapmayı planlıyor. Sosyal medyada uçuşan haberlere göre zam yapmayı planlayan firma oranı % 50 civarında. Elbette bir çok firma girdi maliyetlerini öngörülmez şekilde yükselteceği için zam yapmayı düşünmüyor. Ücretler bir firmanın total maliyeti içinde büyük bir yer kaplamadığında bile nakit çıkışı anlamına geldiği için her zaman yönetilmesi zor bir kalem olagelmiştir.

Devletin verdiği bu kararın altında ücret artışını  özel sektöre bırakma politikası yatıyor. Geçenlerde TUİK Başkanı Erhan Çetinkaya’nın da dillendirdiği gibi Türkiye’de özel sektörün kar oranlarının özellikle COVID salgınından sonra “fahiş” şekilde arttığı düşünülüyor.  Prof. Dr. Ensar Yılmaz’ın makalesine atıfla konuşan Çetinkaya Türkiye’de gelir dağılımında ücretlerin karlara göre ağırlığının azaldığının altını çizmişti. Devletin bir temsilcisi tarafından açıkça dillendirilen bu ifade  basitçe söylersek : “ patronlar çok kazanıyor”  algısını dile getiriyor.

Piyasada şirketlerin çok kazandığı ama işçi ücretlerinin enflasyona yenik düştüğü algısı üzerine bir de asgari ücrete Temmuz’da zam açıklanmayınca işçi tarafında derin ve ciddi bir tansiyon ortaya çıktığı kesin. Eğer şirketler artış yapmazlarsa bu durumda işçiler şu 3 yolu izleyerek kazanımlarını korumaya çalışacaklar:

  1. Pazarlık gücü olan işçiler daha yüksek ücret alabileceği işyerlerine ve işlere yönelecekler. Devir oranları çok fazla artacak.
  2. Sendikalı olan işçiler sendikalarının üzerinde baskı kuracaklar. Sendikaların ortak eylemleri ve sendikal hareketler kapıda diyebiliriz.
  3. Sendikalı olmayan işçiler kendilerini devlet ve işveren karşısında korumasız hissederek sendikal örgütlenmeye yönelecekler. Bu kesin.

Son olarak Türkiye bu dönemden sonra “beyaz yakalar arasında” sendikal örgütlenmeyi konuşuyor olacak . Çünkü asgari ücretle çalışanların önemli bir bölümü beyaz yakalı ve bunların önemli bir kesimi sendikalı işçilerin aldıklarını imrenerek izliyorlar.  Normalde beyaz yakalıların sendikalı olmasını önünde kanuni bir engel yok ancak bugüne kadar kendisini sosyo-kültürel olarak işçiden farklı konumlandıran beyaz yakalılar, sendikaların da çok ilgisi olmadığında bu işlerden uzak duruyordu. Ancak bu durum değişecek gibi görünüyor.

Sendikasız olan işyerlerinde işçiler örgütlendiğinde bu işveren tarafında çok büyük bir rahatsızlık yaratır. Çünkü işveren artık doğal egemenlik alanı olan şirket ve işçileri üzerindeki yetkisini bir başka aktörle, sendikayla paylaşmak zorunda kalır ki bu hiçbir işverenin güle oynaya kabul edeceği bir durum değildir. Böyle bir durumda işverenlerin refleks olarak 2 tepkisi vardır:

  1. Sendikalı işçileri işten çıkarmak
  2. Bu toplu çıkışları hukuksal zemine oturtmak için avukatlarını aramak.

Türkiye’de tam da ufukta bu gelişmeler görünmeye başladığında Çalışma Bakanlığı, Yerel Yönetimlerde yaşanan işten çıkarmalarla ilgili doğrudan bir basın açıklaması yayınladı.  Bu metinde Bakanlık: yerel seçimlerinin ardından belediyelerde yaşanan işçi çıkarmalarına ilişkin sendikalar ve işçiler tarafından yapılan ihbar ya da şikayet başvurularının, bakanlığın Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı tarafından öncelikli olarak değerlendirilerek teftiş programına alındığını , bu kapsamda yerel seçimlerden sonra Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu kapsamında sendikal faaliyetlerin engellenmesi, toplu iş sözleşmesi hükümlerinin uygulanmaması konularına yönelik gelen ihbar ve şikayet başvurularının titizlikle takip edildiğini belirtti..

“31 Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından toplam 136 ihbar/şikayet başvurusunun başkanlığa intikal ettiği Konu hakkında yapılan incelemeler sonucunda mevzuata aykırılıkların tespit edilmesi halinde düzenlenecek raporlarda gerekli idari yaptırımların uygulanacağı seçimden sonra artan başvurulara ilişkin teftiş ile uygulamaların ivedilikle yerine getirildiği vurgulandı. Bununla da yetinmeyen bakanlık, Bakan Işıkhan’ın sosyal medya hesabından : “alın teri ve emekleriyle ülkeyi büyüten işçilerin, çalışanların her zaman yanında olduklarının altını çizdi.”

Devletin bu mesajı belediyelere yönelik görünse de aslında  değil. Devlet  asgari ücretin artmamasının yaratacağı sendikal hareketliliğin bir çok şirkette işçi kıyımı ile sonuçlanacağının farkında ve bu konuda işverenlere adeta sopa gösteriyor. Yani işçilerin yanındayım konunun üzerine giderim mesajı veriyor. Bu hamlesiyle devlet. Asgari ücreti artırmayan depopülist siyasetinin yaratacağı tepkiyi işçilerin yanında durarak  bir artıya çevirmek isteyecek ve  “fahiş karlar ettiği” düşünülen işverenlerin üzerine gidecektir.

Bunları düşünürken aklımıza bir başka soru daha geliyor : Devlet Türkiye’de sendikal örgütlenmeyi yaygınlaştırmak istiyor olabilir mi ? Çünkü sendikal örgütlenmenin olduğu yerde kayıt dışı işçi çalıştırılamıyor, maaşlarda muvazaa yapılamıyor, ücretler daha yüksek dolayısıyla SGK primleri ve gelir vergileri daha yüksek çıkıyor. Gerçekten devlet bunu istiyor olabilir mi ?

Neden olmasın ? Mehmet Şimşek döneminde hazineye kaynak bulmak için her yolu deneyen ekonomi yönetimi hem kesilecek cezalarla hem de uzun dönemli olarak sendikalaşmanın getirilerinden bir kamu kaynağı çıkarmak istiyor olabilir. Malum erken emeklilik devlet kasasına ağır bir yük bindirmiş oldu.

Hep birlikte izleyip göreceğiz.